4 Aralık 2012 Salı

SUMERCE - 2


Sümerler tarafından kullanılan çivi yazı da ilk kez 1802 yılında Alman bilgini G.F. Grotefend'in Pers çiviyazısını çözümlemesiyle okundu. Çivi yazısını bizlere bir başka deyimle ilim alemine tanıtan ilk kişi Pietro della Valle’dir. Bu İtalyan gezgin  1621 senesinde Şiraz’dan gönderdiği bir mektubunda birtakım yabansı yazılardan bahsediyordu. Soldan sağa doğru yazılan bu yazının adı, şeklinden gelmektedir. Çivi yazılı belgelerin bulunduğu ve çözülmeye başlandığı zamanlarda, yazıda kullanılan işaretlerin çivi biçiminde birtakım şekillerden oluştuğu görülmüş ve bu yazı türüne, Latince “cuneus-çivi” ve “forma- şekil” kelimelerinin birlikteki anlamına uygun olarak “çivi şeklindeki yazı, çivi yazısı” adı verilmiştir. Yazıda kullanılan çivi işaretleri dikey, yatay, eğik ve köşe çengeli olmak üzere dört ana şekilden oluşmaktadır. İlk defa 1712 yılında E.Kämpfer tarafından ileri sürülen bu isim, bilim dünyasında kabul görmüş ve zamanımıza kadar bu şekilde kullanılarak gelmiştir.

1674 yılında Chardin isimli bir Fransız ilk defa çivi yazılı eski persce bir kitabeyi neşretmişti. Nihayet XVIII. yüzyılda Ahamenit/Pers kıratlarından Darius'un  Irak, İran ve Türkiye sınırlarına yakın bir yerde üç dilde yazdırdığı Bisütun adı verilen  kitabesi, kopya edilerek Avrupa’ya getirildi. Bu kitabenin eski Persçe, Elamca ve Babilce dillerinde ve üç ayrı  çivi yazıyla yazıldığını bugün artık biliyoruz. Fakat o zaman için doğal olarak  bu konuda hiçbir şey bilinmiyordu. 1765 yılında  ilk defa Carsten Niebuhr bu kitabelerdeki çivi yazılarının birbirinden farklı olduğunu gördü. Eski Persçe'nin çözümü için gerekli olan yeterli sayıdaki yazıtı C. Niebuhr biraraya getirdi. 1765'te Persepolis'e gidip üç haftalık bir çalışmadan sonra   aldığı net ve doğru kopyalar, daha sonra yapılan çözümlerde büyük rol oynadı. Bir kısmının ilk defa yayınlandığı metinlere dayanarak C.Niebuhr, ilk olarak yazıtların üç farklı parçayı içerdiğini dile getirdi. C.Niebuhr'un kopyalarını ilk kullanan  O. Gerhard Tychsen,  bizim Eski Persçe'de kullanıldığını bildiğimiz bir yatay çivinin kelime ayracı olarak kullanıldığını ve yazı sisteminin üç ayrı dil içerdiğini fark etti. 1802 yılında Friedrich Münter, üç dilli yazıtların Ahamenid krallarına ait olduğunu anladı. Yine Tychsen'den bağımsız olarak kelime ayracını fark ederek, ilk parçanın alfabetik, ikincisinin hece sistemi ve üçüncünün de kelime yazısyla  yazıldığını söyledi. Tam olarak gerçeği yansıtmasa da bu, doğru yönde atılmış bir adımdı. F. Münter aynı zamanda üç dilin de aynı şeyi anlattığını ileri sürdü ve metinde geçtiğini tahmin ettiği "kral" ve "kralların kralı" ifadelerini doğru yerinde buldu. Onu bu öngörüşü, bu konudaki  gelişimde yepyeni bir kapının aralanmış olmasıdır. 1798 yılında  Olaf Gerhard Tychsen de Bisütun kitabelerinin en basiti gibi görünen birinci kitabedeki dikey çivilerin, kelimeleri ayırmaya yaradığını doğru olarak fark etti. Dört sene sonra Friedrich Münter de, Olaf Gerhard'dan habersiz olarak, bu dikey çivilerin   kelimeleri ayırdığını ve Bisütun kitabelerinin dilinin, Hindlilerin kutsal kitabı Awesta’nın diline benzediğini söylüyordu. F.Müntere göre, bu kitabelerdeki birinci yazı, bir çeşit  yazı alfabesiyle yazılmıştı, ikinci kitabe de, hece çivi yazısı, üçüncüsü de bir kelime yazısı olmalıydı. F. Münter, Grek tarihçilerinin Pers tarihi hakkında verdikleri bilgilere dayanarak, tekrar edilen işaretleri "Büyük Kıral,  Kırallar Kiralı" şeklinde okumayı deniyordu.

        F.Münter'in en büyük buluşu, ilk parçanın bölgenin dili olan Ahamenid sülalesi krallarına ait olması gerektiği ve bunun da İran'da o dönemde yaygın olan Zerdüşt dininin kutsal kitabı Avesta'nın diline yakın olabileceğini düşünmesi oldu. Daha önce 1771 yılında A. Duperron Zent Avesta'nın çevirisini yapmış ve bir gramer çalışmasını da ortaya koymuştu. Onu izleyen Silvestre de Sacy İran eski eserleri üzerine yayınladığı bir kitapta Nakşi Rüstem'deki Sasani kralına ait bir yazıtı incelemişti. Hellenistik dönemden sonra Rönesansı izleyen Keşif Çağından sonra Avrupalı gezginler, Ahamenid sülalesi dönemine ait Persli kralların kayalara oyulmuş kabartmalarını ve yazıtlarını ziyaret etmeye başladılar. Çivi yazılı yazıtlar hakkında birşeyler yazan ilk kişi, 1621'de kopya ettiği 5 çivi yazısı işaretini bir mektupla Şiraz'dan Napoli'deki bir arkadaşına gönderen, Pietro della Valle olduğunu biliyoruz. 1666'yı izleyen yıllarda Jean Chardin, Persepolis ve diğer yerleşimleri dolaşmış, burada kopya ettiği bir 414 satırdan oluştuğu bölümünün kopyalanması, Rawlinson'un on yılına mal olmuştu. Bu yazıt sayesinde Eski Pers dili ve yazı sistemine Grotefend'den çok daha emin ve bilinçli bir şekilde eğilme şansını yakalayan Rawlinson, çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürdü ve bu çabalarının sonucunu, yine Yunan tarihinden yaptığı karşılaştırmalarla, Darius'un egemenliği altındaki halkların ve kralların isimlerini metindeki yerlerinde saptayarak aldı. Avesta dili ve Sanskritçe hakkındaki bilgileriyle, Eski Persçe'nin bu dillerle olan ilgisini fark etmesi, kelime anlamlarını ve gramatikal özellikleri bulmasına yardım etti. Rawlinson'un 1846 yılında Bisutun anıtı Eski Persçe bölümünün çözümünü tamamlayarak yayınlaması, bilinmeyen dillerin çözüm araştırmalarında bir dönüm noktası oluşturdu.

Bu başarı Rawlinson'u 1844-47 yılları arasında, bu sefer anıtın Elamca ve Babilce kısımlarını kopyalamaya sevk etti. Ahamenid dönemi Elamca'sının 123 karakter içermesi nedeniyle, alfabetik olmadığı belliydi. Elde çözülmüş Eski Persçe metin olduğu için, önce orada geçen isimler Elamca'ya uygulanmaya çalışıldı. Ancak dillerdeki ses yapısı değişik olduğu için, örneğin bugünkü bilgimizle, Özel isimlerin değişik şeklinlerde yazıldığı göz önüne alınırsa, bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığı anlaşılır. Ayrıca Eski Persçe'ye yardım eden Avestan ve Sanskrit dilleri örneğinde olduğu gibi, ne yazık ki Elamca'nın hiç bir akrabasının saptanamaması, zorluğun bir başka yönünü oluşturuyordu. Daha önce Grotefend'in de erkek şahıs isimleri önüne gelen dikey bir çivi ile ifade edildiğini belirlediği Elam çivi yazı sistemi, ancak bir başka uzman olan Edward Hincks ile birlikte daha çok Babilce bölüm üzerinde yoğunlaşan Rawlinson'un not defterleri ve çalışmalarını verdiği Edwin Norris tarafından, 1855 yılında çözümlenebildi. Norris'in büyük bir başarıyla, Rawlinson'un saptadığı 40 özel ismi 90'a çıkarabilmesine rağmen, bu dilin halen bilinmeyen pek çok yönü vardır.

Rawlinson ve Hincks'in çalışmalarını Babilce üzerinde yoğunlaştırmakta haklı sebepleri vardı. Çünkü bu dilin, geçen yıllar içinde Mezopotamya'da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan sayısız tabletlerle ilişkili bir dil olma olasılığı yüksek görünüyordu. Çözüm için yine Ahamenid yazıtlarından yola çıkılmalı ve Bisutun anıtında saptanan özel isimler bu bölümdeki  yerlerinde aranmalıydı. Ama bunu yapmak ta söylendiği kadar kolay olmadı. Herşeyden önce yazıda 300'den fazla işaret vardı ve kelime ayracı kullanılmamıştı. Bugün bizim varlığını bildiğimiz, kelimelerin kimi zaman fonetik, kimi zaman ideogram, kimi zaman da her ikisinin karıştırıldığı yazımlarla ifade edilmeleri, onları her seferinde şaşkınlığa uğratıyor ve bir çözüm sistemi bulabilmelerini zorlaştırı-yordu. Bu noktada Grotefend'in çözdüğü Xerxes yazıtının Babilce bölümü  biraz kolaylık sağladı. Yine Grotefend'in saptadığı erkek isimleri önünde kullanılan belirticiyle isimler ayrıştırılabilince, Eski Persçe'de 4 işaretle ifade edilen, "kral" kelimesi için sadece 1, "büyük" ifadesi için de 2 işaret kalıyordu. Bunun nedeni Babilce šarrum "kral" kelimesi yerine, bunun Sümerce'den alınmış ideogram şekli LUGAL'in kullanılmış olmasıdır, rabûm "büyük" ise, Sümercesi olan GAL'in arkasına, rabû şeklinde okunması gerektiğini gösteren, fonetik tamamlayıcısı /u/ ile birlikte yazılıp, GAL-u şeklinde yazıya geçirilmişti. Bisutun yazıtında ise matum "ülke", yine Sümerce KUR ile yazılmış, bunun çoğul hali KUR.KUR şeklinde tekrarlanmışken, bir de Sümerce çoğul eki MES eklenmişti. Bütün bunların  bir anda farkına varılması hemen hemen olanaksızdı.
       Çözümün böylesine tıkandığı bir noktada, ilk olarak 1845'te Isidor Löwenstein, dikkatleri bu dilin Semitik olabileceği noktasına çekti. Ama bu yazıda, bilinen diğer Semitik diller Arapça ve ibranca'da olduğu gibi, vokallerin önem taşımadığı bir sistem olduğunu öne sürerek, sadece bir /r/ harfi için 7 değişik işaret saptaması, onu yanlış bir yola soktu. Onun varsayımındaki  bu hatayı fark ederek işaretlerin sessiz harfleri değil, sesli ve sessiz harflerin bir arada yazıldığı heceleri yansıttığını saptayan, Hincks oldu ve 1850 yılında bu görüşünü açıkladı. Hincks, /ab, da/ gibi basit hecelerin yanı sıra, /mur, kan/ gibi karmaşık  hecelerin de var olduğunu, bunların yeri geldiğinde /mu-ur/ veya /ka-an/ şeklinde de yazılabileceklerini, daha önemlisi bazı işaretlerin bir hece değerine karşılık gelmelerinin yanı sıra, tek başlarına bir kelime yerini tuttuklarını ve işlevindeki geniş alanı keşfettiği belirtici olarak kullanılabileceklerini de kanıtladı.
       Önemli bir başka keşfin sahibi de Korsabad'da Sargon'a ait sarayın kazısını yürüten, Botta oldu. Botta, elindeki sayısız malzemeyi kullanarak, bir metnin içinde aynı kelimenin, hem tek bir işaretle ideogram, hem de açık şekliyle hece işaretleriyle yazılabileceğini gösterdi. Onun bu buluşuyla, nihayet ideogram kelimelerin gerçek okunuşlarını saptamak mümkün olabildi.


       Çözüme son bir önemli katkı, yine Rawlinson'dan geldi. O da fark edilmesi hiç te kolay olmayan, bir hecenin birden fazla hece değerine sahip olabileceği idi. Bir araya getirdiği bütün bu ipuçlarıyla, Bisutun'un Babilce kısmında da 1851 yılında yayınladı. Yazıtta saptadığı işaret değerlerinin çoğu bugün de geçerlidir ve kullandığımız işaret listelerinin temelini teşkil ederler.

       Babil ve Asurlular'ın dillerinde sayısız belge, özellikle sözlük listeleri bırakmış olmaları, giderek çivi yazısının daha iyi tanınmasını sağladı. Yazılım kuralları adını verdiğimiz, işaretlerin farklı dönemlerde geçirdikleri değişimleri inceleyen bilim dalının ilk çalışmalarını başlatan da, yine Hincks oldu.

       Konuya uzak kalan bilim adamları ise, çağdaş yazı sistemlerinde bulunmayan, çok değerlilik ve ideogram kullanımları şüphe ile karşılıyor ve bu yeni bilim dalına pek güvenmiyorlardı. Bunun üzerine Londra'daki Royal Asiatic Society, çözüm sisteminin geçerliliğinin kanıtlanabilmesi için, Asur'da bulunmuş, Asur kralı I. Tiglat-pileser'e ait, döneminin hareket ve olayları hakkında bilgi veren, 793 satırdan oluşan sekiz yüzlü kil prizmayı kullanmaya karar verdi.  Bu sırada Rawlinson, Hincks'in yanı sıra, yine iki uzman olan Oppert ve Talbot ta kazara Londra'da bulunuyorlardı. Bu uzmanların her birine metnin birer kopyası verildi ve özellikle birbirleriyle ilişki kurmamaları rica edilip, çözümlerini kapalı zarflar içinde teslim etmeleri istendi. Yapılan karşılaştırmalar sonucunda dört çözüm de önemli oranda birbiriyle tutarlılık gösterince, çivi yazısı çözüm sistemini bilimsel olarak yayınlayabilmek için hiç bir engel kalmadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder