1674 yılında Chardin isimli bir Fransız ilk defa çivi
yazılı eski persce bir kitabeyi neşretmişti. Nihayet XVIII. yüzyılda Ahamenit/Pers
kıratlarından Darius'un Irak, İran ve
Türkiye sınırlarına yakın bir yerde üç dilde yazdırdığı Bisütun adı
verilen kitabesi, kopya edilerek
Avrupa’ya getirildi. Bu kitabenin eski Persçe, Elamca ve Babilce dillerinde ve
üç ayrı çivi yazıyla yazıldığını bugün artık
biliyoruz. Fakat o zaman için doğal olarak
bu konuda hiçbir şey bilinmiyordu. 1765 yılında ilk defa Carsten Niebuhr bu kitabelerdeki
çivi yazılarının birbirinden farklı olduğunu gördü. Eski Persçe'nin çözümü için
gerekli olan yeterli sayıdaki yazıtı C. Niebuhr biraraya getirdi. 1765'te
Persepolis'e gidip üç haftalık bir çalışmadan sonra aldığı
net ve doğru kopyalar, daha sonra yapılan çözümlerde büyük rol oynadı. Bir
kısmının ilk defa yayınlandığı metinlere dayanarak C.Niebuhr, ilk olarak
yazıtların üç farklı parçayı içerdiğini dile getirdi. C.Niebuhr'un kopyalarını ilk
kullanan O. Gerhard Tychsen, bizim Eski Persçe'de kullanıldığını bildiğimiz
bir yatay çivinin kelime ayracı olarak kullanıldığını ve yazı sisteminin üç
ayrı dil içerdiğini fark etti. 1802 yılında Friedrich Münter, üç dilli
yazıtların Ahamenid krallarına ait olduğunu anladı. Yine Tychsen'den bağımsız
olarak kelime ayracını fark ederek, ilk parçanın alfabetik, ikincisinin hece
sistemi ve üçüncünün de kelime yazısyla yazıldığını söyledi. Tam olarak gerçeği
yansıtmasa da bu, doğru yönde atılmış bir adımdı. F. Münter aynı zamanda üç
dilin de aynı şeyi anlattığını ileri sürdü ve metinde geçtiğini tahmin ettiği
"kral" ve "kralların kralı" ifadelerini doğru yerinde
buldu. Onu bu öngörüşü, bu konudaki gelişimde
yepyeni bir kapının aralanmış olmasıdır. 1798 yılında Olaf Gerhard Tychsen de Bisütun kitabelerinin
en basiti gibi görünen birinci kitabedeki dikey çivilerin, kelimeleri ayırmaya
yaradığını doğru olarak fark etti. Dört sene sonra Friedrich Münter de, Olaf
Gerhard'dan habersiz olarak, bu dikey çivilerin kelimeleri ayırdığını ve Bisütun
kitabelerinin dilinin, Hindlilerin kutsal kitabı Awesta’nın diline benzediğini
söylüyordu. F.Müntere göre, bu kitabelerdeki birinci yazı, bir çeşit yazı alfabesiyle yazılmıştı, ikinci kitabe
de, hece çivi yazısı, üçüncüsü de bir kelime yazısı olmalıydı. F. Münter, Grek
tarihçilerinin Pers tarihi hakkında verdikleri bilgilere dayanarak, tekrar
edilen işaretleri "Büyük Kıral,
Kırallar Kiralı" şeklinde okumayı deniyordu.
F.Münter'in
en büyük buluşu, ilk parçanın bölgenin dili olan Ahamenid sülalesi krallarına
ait olması gerektiği ve bunun da İran'da o dönemde yaygın olan Zerdüşt dininin
kutsal kitabı Avesta'nın diline yakın olabileceğini düşünmesi oldu. Daha önce
1771 yılında A. Duperron Zent Avesta'nın çevirisini yapmış ve bir gramer çalışmasını
da ortaya koymuştu. Onu izleyen Silvestre de Sacy İran eski eserleri üzerine
yayınladığı bir kitapta Nakşi Rüstem'deki Sasani kralına ait bir yazıtı
incelemişti. Hellenistik dönemden sonra Rönesansı izleyen Keşif Çağından sonra
Avrupalı gezginler, Ahamenid sülalesi dönemine ait Persli kralların kayalara
oyulmuş kabartmalarını ve yazıtlarını ziyaret etmeye başladılar. Çivi yazılı
yazıtlar hakkında birşeyler yazan ilk kişi, 1621'de kopya ettiği 5 çivi yazısı
işaretini bir mektupla Şiraz'dan Napoli'deki bir arkadaşına gönderen, Pietro
della Valle olduğunu biliyoruz. 1666'yı izleyen yıllarda Jean Chardin, Persepolis
ve diğer yerleşimleri dolaşmış, burada kopya ettiği bir 414 satırdan oluştuğu
bölümünün kopyalanması, Rawlinson'un on yılına mal olmuştu. Bu yazıt sayesinde
Eski Pers dili ve yazı sistemine Grotefend'den çok daha emin ve bilinçli bir
şekilde eğilme şansını yakalayan Rawlinson, çalışmalarını hızlı bir şekilde
sürdürdü ve bu çabalarının sonucunu, yine Yunan tarihinden yaptığı
karşılaştırmalarla, Darius'un egemenliği altındaki halkların ve kralların
isimlerini metindeki yerlerinde saptayarak aldı. Avesta dili ve Sanskritçe
hakkındaki bilgileriyle, Eski Persçe'nin bu dillerle olan ilgisini fark etmesi,
kelime anlamlarını ve gramatikal özellikleri bulmasına yardım etti.
Rawlinson'un 1846 yılında Bisutun anıtı Eski Persçe bölümünün çözümünü
tamamlayarak yayınlaması, bilinmeyen dillerin çözüm araştırmalarında bir dönüm
noktası oluşturdu.
Bu başarı Rawlinson'u 1844-47 yılları arasında, bu
sefer anıtın Elamca ve Babilce kısımlarını kopyalamaya sevk etti. Ahamenid
dönemi Elamca'sının 123 karakter içermesi nedeniyle, alfabetik olmadığı
belliydi. Elde çözülmüş Eski Persçe metin olduğu için, önce orada geçen isimler
Elamca'ya uygulanmaya çalışıldı. Ancak dillerdeki ses yapısı değişik olduğu
için, örneğin bugünkü bilgimizle, Özel isimlerin değişik şeklinlerde yazıldığı
göz önüne alınırsa, bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığı anlaşılır. Ayrıca
Eski Persçe'ye yardım eden Avestan ve Sanskrit dilleri örneğinde olduğu gibi, ne
yazık ki Elamca'nın hiç bir akrabasının saptanamaması, zorluğun bir başka
yönünü oluşturuyordu. Daha önce Grotefend'in de erkek şahıs isimleri önüne
gelen dikey bir çivi ile ifade edildiğini belirlediği Elam çivi yazı sistemi,
ancak bir başka uzman olan Edward Hincks ile birlikte daha çok Babilce bölüm
üzerinde yoğunlaşan Rawlinson'un not defterleri
ve çalışmalarını verdiği Edwin Norris tarafından, 1855 yılında çözümlenebildi.
Norris'in büyük bir başarıyla, Rawlinson'un saptadığı 40 özel ismi 90'a
çıkarabilmesine rağmen, bu dilin halen bilinmeyen pek çok yönü vardır.
Rawlinson ve
Hincks'in çalışmalarını Babilce üzerinde yoğunlaştırmakta haklı sebepleri
vardı. Çünkü bu dilin, geçen yıllar içinde Mezopotamya'da yapılan kazılarda
ortaya çıkarılan sayısız tabletlerle ilişkili bir dil olma olasılığı yüksek
görünüyordu. Çözüm için yine Ahamenid yazıtlarından yola çıkılmalı ve Bisutun
anıtında saptanan özel isimler bu bölümdeki yerlerinde aranmalıydı. Ama bunu yapmak ta
söylendiği kadar kolay olmadı. Herşeyden önce yazıda 300'den fazla işaret vardı ve kelime ayracı kullanılmamıştı. Bugün
bizim varlığını bildiğimiz, kelimelerin kimi zaman fonetik, kimi zaman ideogram,
kimi zaman da her ikisinin karıştırıldığı yazımlarla ifade edilmeleri, onları
her seferinde şaşkınlığa uğratıyor ve bir çözüm sistemi bulabilmelerini
zorlaştırı-yordu. Bu noktada Grotefend'in çözdüğü Xerxes yazıtının Babilce
bölümü biraz kolaylık sağladı. Yine
Grotefend'in saptadığı erkek isimleri önünde kullanılan belirticiyle isimler
ayrıştırılabilince, Eski Persçe'de 4 işaretle ifade edilen, "kral"
kelimesi için sadece 1, "büyük" ifadesi için de 2 işaret kalıyordu.
Bunun nedeni Babilce šarrum "kral" kelimesi yerine, bunun Sümerce'den
alınmış ideogram şekli LUGAL'in kullanılmış olmasıdır, rabûm "büyük"
ise, Sümercesi olan GAL'in arkasına, rabû şeklinde okunması gerektiğini
gösteren, fonetik tamamlayıcısı /u/ ile birlikte yazılıp, GAL-u şeklinde yazıya
geçirilmişti. Bisutun yazıtında ise matum "ülke", yine Sümerce KUR
ile yazılmış, bunun çoğul hali KUR.KUR şeklinde tekrarlanmışken, bir de Sümerce
çoğul eki MES eklenmişti. Bütün bunların bir anda farkına varılması hemen hemen
olanaksızdı.
Çözümün böylesine tıkandığı bir noktada, ilk olarak 1845'te Isidor Löwenstein, dikkatleri bu dilin Semitik olabileceği noktasına çekti. Ama bu yazıda, bilinen diğer Semitik diller Arapça ve ibranca'da olduğu gibi, vokallerin önem taşımadığı bir sistem olduğunu öne sürerek, sadece bir /r/ harfi için 7 değişik işaret saptaması, onu yanlış bir yola soktu. Onun varsayımındaki bu hatayı fark ederek işaretlerin sessiz harfleri değil, sesli ve sessiz harflerin bir arada yazıldığı heceleri yansıttığını saptayan, Hincks oldu ve 1850 yılında bu görüşünü açıkladı. Hincks, /ab, da/ gibi basit hecelerin yanı sıra, /mur, kan/ gibi karmaşık hecelerin de var olduğunu, bunların yeri geldiğinde /mu-ur/ veya /ka-an/ şeklinde de yazılabileceklerini, daha önemlisi bazı işaretlerin bir hece değerine karşılık gelmelerinin yanı sıra, tek başlarına bir kelime yerini tuttuklarını ve işlevindeki geniş alanı keşfettiği belirtici olarak kullanılabileceklerini de kanıtladı.
Önemli bir başka keşfin sahibi de Korsabad'da Sargon'a ait sarayın kazısını yürüten, Botta oldu. Botta, elindeki sayısız malzemeyi kullanarak, bir metnin içinde aynı kelimenin, hem tek bir işaretle ideogram, hem de açık şekliyle hece işaretleriyle yazılabileceğini gösterdi. Onun bu buluşuyla, nihayet ideogram kelimelerin gerçek okunuşlarını saptamak mümkün olabildi.
Çözümün böylesine tıkandığı bir noktada, ilk olarak 1845'te Isidor Löwenstein, dikkatleri bu dilin Semitik olabileceği noktasına çekti. Ama bu yazıda, bilinen diğer Semitik diller Arapça ve ibranca'da olduğu gibi, vokallerin önem taşımadığı bir sistem olduğunu öne sürerek, sadece bir /r/ harfi için 7 değişik işaret saptaması, onu yanlış bir yola soktu. Onun varsayımındaki bu hatayı fark ederek işaretlerin sessiz harfleri değil, sesli ve sessiz harflerin bir arada yazıldığı heceleri yansıttığını saptayan, Hincks oldu ve 1850 yılında bu görüşünü açıkladı. Hincks, /ab, da/ gibi basit hecelerin yanı sıra, /mur, kan/ gibi karmaşık hecelerin de var olduğunu, bunların yeri geldiğinde /mu-ur/ veya /ka-an/ şeklinde de yazılabileceklerini, daha önemlisi bazı işaretlerin bir hece değerine karşılık gelmelerinin yanı sıra, tek başlarına bir kelime yerini tuttuklarını ve işlevindeki geniş alanı keşfettiği belirtici olarak kullanılabileceklerini de kanıtladı.
Önemli bir başka keşfin sahibi de Korsabad'da Sargon'a ait sarayın kazısını yürüten, Botta oldu. Botta, elindeki sayısız malzemeyi kullanarak, bir metnin içinde aynı kelimenin, hem tek bir işaretle ideogram, hem de açık şekliyle hece işaretleriyle yazılabileceğini gösterdi. Onun bu buluşuyla, nihayet ideogram kelimelerin gerçek okunuşlarını saptamak mümkün olabildi.
Çözüme son bir önemli katkı, yine Rawlinson'dan geldi. O da fark edilmesi hiç te kolay olmayan, bir hecenin birden fazla hece değerine sahip olabileceği idi. Bir araya getirdiği bütün bu ipuçlarıyla, Bisutun'un Babilce kısmında da 1851 yılında yayınladı. Yazıtta saptadığı işaret değerlerinin çoğu bugün de geçerlidir ve kullandığımız işaret listelerinin temelini teşkil ederler.
Babil ve Asurlular'ın dillerinde sayısız
belge, özellikle sözlük listeleri bırakmış olmaları, giderek çivi yazısının
daha iyi tanınmasını sağladı. Yazılım kuralları adını verdiğimiz, işaretlerin
farklı dönemlerde geçirdikleri değişimleri inceleyen bilim dalının ilk
çalışmalarını başlatan da, yine Hincks oldu.
Konuya uzak kalan bilim adamları ise, çağdaş yazı
sistemlerinde bulunmayan, çok değerlilik ve ideogram kullanımları şüphe ile
karşılıyor ve bu yeni bilim dalına pek güvenmiyorlardı. Bunun üzerine
Londra'daki Royal Asiatic Society, çözüm sisteminin geçerliliğinin
kanıtlanabilmesi için, Asur'da bulunmuş, Asur kralı I. Tiglat-pileser'e ait,
döneminin hareket ve olayları hakkında bilgi veren, 793 satırdan oluşan sekiz
yüzlü kil prizmayı kullanmaya karar verdi. Bu sırada Rawlinson, Hincks'in yanı sıra, yine
iki uzman olan Oppert ve Talbot ta kazara Londra'da bulunuyorlardı. Bu
uzmanların her birine metnin birer kopyası verildi ve özellikle birbirleriyle
ilişki kurmamaları rica edilip, çözümlerini kapalı zarflar içinde teslim
etmeleri istendi. Yapılan karşılaştırmalar sonucunda dört çözüm de önemli
oranda birbiriyle tutarlılık gösterince, çivi yazısı çözüm sistemini bilimsel
olarak yayınlayabilmek için hiç bir engel kalmadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder