4 Aralık 2012 Salı

SUMERCE


Sümerce dünya dilleri arasında bugün için antik veya modern hiç bir dille kesin bir bağlantısı/akrabalığı bulunamamış ender dillerden birisi olup,  yalnızca Türkçe ve Ural-Altay dilleriyle ilişkilendirilebilen ölü bir dildir. Mezopotamya’da Önasya uygarlığının  en önemli öncülerinden sayılan Sümerlerin konuştuğu ve yazdığı bu dil, aradan geçen zaman içerisinde çeşitli araştırmalara neden olmuştur. Tartışmaların odak noktası olan pek çok sorun vardır elbette, ama bunlardan en önemlisi Sümerlerin ve Sümercenin kaynağı konusudur. 1800’lü yıllardan günümüze kadar bu konuda birçok çalışma yapılmış, akrabalıklar kurulmuş, kuramlar öne sürülmüş, fakat hiçbiri ilim aleminde  yeteri kadar kabul görmemiştir. Bize göre bu kuramlardan en çok ilgi ve destek göreni, Sümerce ile Altay dillerinden bir olan Türkçe  arasında akrabalıktır. Öyle zannediyorum ki Mustafa Kemal ATATÜRK, o tarihlerde bile, Sumerler ile Türkler arasında bir benzerlik/bağlantı olduğunu görmüş ve bu uygarlığın, özellikle bu kapsamda incelenmesini istemiştir. Bu amaçla da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Sümeroloji ve Hititoloji gibi bilim dallarının kurulmasını sağlamış, Bu nedenle Benno Lansberger’i bölümün başkanlığına getirmiştir.

Sümeroloji Anabilim Dalı da, 1936 yılında onun başkanlığında öğretime başlamıştır. 24 Şubat 2002 tarihinde, bir bildiri sunmak için Antalya’ya davet edilen Bölümün ilk öğrencilerinden Muazzez İ. Çığ’dan edindiğimiz bilgilere göre, bu dönemde, bir başka deyimle B.Landsberger zamanında öğrencilere hiçbir şekilde Sümerce öğretilmemiş, Kültepe tabletleri nedeniyle daha çok Akadça ve Eski Asurca üzerinde durulmuştur. Bu da çok doğaldır.  Buna karşılık Sümeroloji alanında bugüne kadar çeşitli yerlerde değişik çalışmalar yapılmıştır. Bu nedenle I.M.Diakonoff’un dediği gibi, ne kadar Sümerolog varsa, o kadar da Sümerce bulunmaktadır. Bir başka deyimle, belli başlı bazı dil bilgisi sorunlarına yönelik bir çok değişik kuram karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz burada, bütün bu ilgili çalışmaların dökümünü yapmak ve söz konusu bu kuramları dile getirmek olanaksızdır.

Yeryüzünde yaşayan insanların arasındaki anlaşmayı sağlayan dillerin kendilerine özgü birtakım yasaları bulunmakta ve diller ancak bu yasalar nedeniyle korunup gelişebilen birer varlık durumundadırlar. İnsanlar, kendi  aralarındaki her türlü  duygularını, düşüncelerini ve yargılarını birbirilerine iletebilmek için dil denilen araca her zaman başvurmuşlardır. Bütün bunların yanında diller, insanların bir nedenle kullandığı herhangi bir varlığa benzememektedirler. Onların araç oluşu, yalnız iki insan arasındaki anlayışı sağlaması yönündedir. Bireyler ve topluluklar arasında bu tür bir anlaşma aracı olarak görev yapan diller, bağımsız ve kendilerine özgü birtakım temel özelliklere de sahipdirler. Bu nedenle insanlar onlara istedikleri gibi egemen olamamakta, özel yapıları içerisinde onları olduğu gibi kabul edip, günlük yaşamda kullanırken, bu özelliklerine de uymak zorundadırlar. Bu nedenle her dilin tarihinde çeşitli dönemler ve gelişme  evreleri  göze çarpmaktadır. Fakat bütün bu değişiklikler  bilinen dil kuralları  içerisin oluşmakta ve  dillere yeni kelimeler kazandırmak için  dışarıdan  yapılacak zorlamaların  da  her  zaman  bu kurallar içerisinde olması  gerekmektedir. Kendi  yasaları  dışındaki zorlamaları diller  hiçbir  zaman  benimsememişlerdir.    

Her toplumun kendisine göre gizli bir anlaşma yöntemi bulunduğuna göre, yeryüzündeki topluluklar kadar da dil var demektir. Her toplumun dili, Sümer/Sümerce, Arap/Arapça, Japon/Japonca, Alman/Almanca ve Türk/Türkçe  örneklerinde olduğu gibi,  kendi adıyla ilgili bir kelimeyle adlandırılmaktadır. Sümerce ve bu dili kullanan halkı Sümerler olarak adlandıran ilk kişi 1869’da Fransız arkeolog Jules Oppert olmuştur. 17 ocak 1869’da  Arkeoloji Derneği’nin tarih bölümünde bir konferans vererek, bu halkın Sümerler ve dilinin de Sümerce olarak adlandırılması gerektiğini bildirmiştir. Nedeni, Akadlar Mezopotamya’ya geldikleri zaman Sümer kültürünü benimsemişler ve buna paralel olarak kendi dilleri olan Akadca’yı yazmak için çivi yazısından yararlanmışlardır. Bu nedenledir ki,  Sümer kelimesi, Akadlar’ın yazılı belgelerde kullanmış oldukları  “māt  šumerim - Sümer ülkesi” ifedesinden almıştır. Sümer kelimesinin okunup anlaşılmasında olduğu gibi, ses değerlerinin saptanmasında da Akadça’dan yararlanılmış, Sümercedeki hecelerin ses değerleri hakkında kesin bilgilerimiz olmadığı için, Akadca’daki ses değerleri, Sümercede de aynen kabul edilmiştir.

 

Akadca
ka-ab-tum
ağır
Sümerce
ka
ağız
 
a-bu-um       
baba
 
a
su
 
e-pe-šum      
yapmak
 
e
konuşmak
 
du-ul-lum      
iş, görev
 
du
gitmek

 

              Sumerce’nin ve Akadça gibi dillerin yazıldığı çivi yazısında toplam 598 işaret bulunmaktadır. Çivi yazısının dikkat edilmesi gereken özelliklerinden birisi ve belki en önemlisi, aşağıdaki örneklerde görüldüğü gibi, “çok seslilik” denilen, bir işaretin, değişik bir kaç sesi karşılamış olmasıdır.

 

DU
du
Akadca
alākum
gitmek
 
ĝen
 
alākum
gitmek
 
tum2
 
wabālum
taşımak
 
de6
 
wabālum
taşımak
KA
ka
Akadca
pûm
ağız
 
kir
 
appum
burun
 
inim
 
awātum
söz
 
zu
 
šinnum
diş
 
gu3
 
šašûm
bağırmak
 
du11(-g)                     
 
qabûm
konuşmak
KU
tukul
Akadca
kakkum
silah
 
du5
 
katāmum
örtmek
 
tuš
 
wašābum
oturmak
 
durun
 
wašābum
oturmak
 
-eš                             
 
dub-ta e-te-zi-eš2
 
 
še3
 
lu2-1-še3
bir adam için

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 Çivi yazısının “çok seslilik” adını verdiğimiz bu niteliğinin yanında, başka bir özelliğini oluşturan ve Sümercede birçok kelimenin ve çivi yazısındaki birçok işaretin aynı sesi vermesi olan “eş seslilik” sorunundan da burada söz etmek yerinde olacaktır.46 Çivi yazısından yapılan çevirilerde, aynı sesi veren bu kelimelerin birbirilerinden ayrılması, ancak belirli işaret ve rakamlarla sağlanmaktadır.

 

Sümerce
du
Akadca
alākum
Türkçe
gitmek
 
du3
 
epēšum
 
yapmak
 
du6
 
tillum
 
tepe
 
du7
 
rakāsum
 
bağlamak
 
du8
 
patārum
 
çözmek
 
du10(-g)
 
æâbum
 
iyi, güzel
 
du11(-g)
 
qabûm
 
konuşmak
 
du12
 
aåāzum
 
evlenmek

 

 Birbirlerinden ayrı ve bağımsız olmalarına karşın, bugün için yeryüzünde konuşulan bu diller kendi aralarında birtakım yakınlık ve benzerliklere de sahiptirler. Diller arasında bulunduğunu söylediğimiz bu ayrılık ve benzerlikler, kimi zaman, ancak dilcilerin anlayabileceği kadar kapalı, bazen de, dilci bile olmayanların görebileceği kadar açıktır. Yeryüzündeki diller arasında bulunduğunu söylediğimiz bu yakınlık ve benzerlikleri şu iki ana bölümde toplamak mümkündür.             

            1.  Köken yönünden,

2.  Yapı bakımından.

Diller arasındaki yapısal benzerlik konulu bilimsel çalışmalar XIX.yüzyılda hızlanmış, dillerin türeyişlerini inceleyen bilginler, diller arasında yapı bakımından bir çeşit yakınlıklar ve benzerlikler bulunduğunu anlamaya başladıktan sonra, ana kaynakları araştırmaya ve dillerin birbirileriyle olan yakınlık derecelerini bulmaya çalışmışlardır. Dünya dillerinin yapılarını inceleyecek olursak, genel dil sınıflamasında onları şu üç öbekte toplamak mümkündür.

 

a) Tek Heceli Diller

b) Bitişken Diller

c) Bükülgen Diller

 

Sümerce, Mezopotamya’nın kültürünü yaratan ve çivi yazısını ilk defa kullanan kavmin dilidir. Çivi yazısının gerektiği şekilde  doğru olarak okunmasıyla birlikte, Akadçanın çözümlenmesinden ve anlaşılmasından sonra, yavaş yavaş tanınmaya başlanan Sümercenin bugün için bile birtakım  dil bilgisi kurallarının, ilmi ve edebi birçok belgelerin tam anlamıyla çözüldüğünü ve anlaşıldığını kesin olarak söylemek mümkün değildir.  Kesin olarak diyebiliriz ki,  Sümercenin çözümlenmesinde, doğal olarak çivi yazısının ve Akadça’nın başlangıcında olduğu gibi, sürekli olarak birtakım zorluklarla karşılaşılmamıştır. Böyle olmakla beraber, Sümerce ve Akadça olmak üzere iki dilli yazılmış metinlerde, Sümerce satırların anlaşılmaması nedeniyle, bu satırların ya bir özelliği olduğu, ya da Akadça’nın gizli ve anlaşılmaz bir başka yazılışı bulunduğu kabul edilmiş ve bu konudaki tartışmalar uzun süre devam etmiştir.  Çivi yazısının XX. yüzyılın başlarından sonra çözülmesine ve Akadca üzerindeki çalışmalar oldukça çok ileri götürülmüş olmasının yanında, Sümercenin anlaşılması uzun bir süre daha gecikmiştir. 19. yüzyılın sonlarında, iki dilli metinlerle ilgili olarak, gizli dil denilen satırların Sümerce olduğu anlaşılmasına karşılık, daha bu tarihlerde Sümerceye bütünüyle ve bugünkü ölçüler içerisinde egemen olma durumu elde edilememiştir. Ancak  F.Th.-Dangin’in 1907 yılında yayınladığı  “Sümerce ve Akadca Kral Kitabeleri” adlı eseriyle, Sümercenin okunup anlaşılması yolunda ilk olumlu ve önemli adım atılmıştır.

      Yapısı bakımından Sümercenin eski ve yeni dillerden hangisi ile akraba olduğu, ilk defa, Sümercenin çözümünün başlangıç yıllarında F. Hommel tarafından dile getirilmiş ve bu dilin Türkçe ile yakınlığı ileri sürülmüş, /diĝir-tanrı/ gibi kelimelerin üzerinde durulmuş, cümle yapısı bakımından karşılaştırmaların yapılabileceği kabul edilmiştir. Bu saptamaların yanında, konu ile ilgili olarak, bugüne kadar çeşitli yerlerde farklı görüşler de ileri sürülmüş ve Sümercenin akraba olabileceği diller büyüteç altına alınmıştır. Köken yönünden Önasya dillerinden biri olan Sümerce,  yapısal bakımdan da Türkçe, Macarca ve Japonca gibi bitişken bir dildir. Bu özelliğinden dolayı ön-, iç- ve soneklerin yardımıyla isim ve yüklem çekimleri yapılabilmektedir. Bu eklerin yerleri hiçbir zaman değişmediği gibi, başka bir anlama da sahip değildirler.

Şimdiye dek çivi yazısının Sümer'de doğup, Önasya dünyasında işlerlik kazanarak, Pers dünyasına kadar yayıldığından söz edilmiştir. Çivi yazısı ve bu sistemle yazılan dillerin çözüm hikâyesi ise, tam ters noktada başlamış, yani bilmeceye ilk ışık tutan Eski Persçe yazıtlar olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder