XIX.
yüzyılın ikinci yarısı ve XX. yüzyılın başlarında yapılan araştırmalar,
Assiroloji'yi değerli bir filolojik bilim dalı haline getirdi. Mezopotamya'nın
yanı sıra, Anadolu'da da başlatılan kazı çalışmaları, yine bu yazı sistemi ile
yazılmış, ancak farklı diller içeren binlerce tableti gün ışığına çıkardı. Ancak
Babil ve Asur, daha doğrusu Akad çivi yazısının kanıtlanmasından sonraki
evreler için, açıklamak veya çözmek deyimlerini kullanmak pek doğru olmaz.
Çünkü bir yazı sisteminin okunabilmesi ile içerdiği dilin anlaşılabilmesi
arasında çok büyük bir fark vardır. Bunu hiç yabancı dil bilmeyen bir Türk
araştırmacının Çince ve ingilizce karşısındaki konumuna benzetebiliriz. Yazı
sistemi hakkında hiçbir şey bilmediği Çince karşısında çaresiz kalırken, dilini
anlamasa da, Latin alfabesi ile yazılmış olduğu için, ingilizce'yi en azından
okuma şansına sahip olacaktır. Bu noktada uzmanlar ve bilim adamları artık iki
önemli anahtarın kendilerine yardımcı olmasını beklediler. Çift, üç veya daha
çok dilde yazılmış tabletlerin bulunması ve okunabilen dilin yaşayan başka
dillerle olan akrabalık ilişkilerinin ortaya çıkarılması.
Nitekim Babilliler tarafından, rahip okullarında, benzetme yerindeyse, Ortaçağ Latincesi gibi öğretilen Sümerce'nin, daha o dönemde ölmüş olmasına rağmen, sayısız dini, mitolojik ve edebi metinlerde Babilce çevirileri ile kopya edilmesi ve sözlük listeleri ile gramere ait özelliklerinin de kaydedilmiş olması, dilin anlaşılmasında kolaylık sağladı. Son yıllarda sayıları artan çift dilli metinlerle hakkında giderek daha fazla bilgi sahibi olduğumuz
Bu sırada Almanya’nın
Göttingen şehrinde bir lise öğretmeni olan G.F. Grotefend de bu yazıların
gizemini çözmeğe çalışıyor ve bu konudaki yazılanları yakından takip ediyordu.
Nihayet 04 Eylül 1802 de o Göttingen İlimler akademisinde ilk çözüm denemesini sundu. Grotefend'in
çözümünde de tarih bilgisi esas olmakla
beraber, hareket noktası şu olmuştu: Önce
I. kitabenin yazarı ile II. kitabenin yazarının babasının aynı
işaretleri, yani aynı isimleri
taşıdıklarını tespit etti, sonra I. kitabenin yazarının babasına kıral denilmediği halde, II.
kitabenin yazarının babasına "Kıral" denildiğini gördü. Bunu
Herodot’un Pers tarihi hakkında
anlattığı Hystaspes oğlu Darios'un tahta çıkışı olayı ile birleştirerek I.
kitabenin Hystaspes oğlu Darios’a, II.
kitabenin ise Kıral Darius’un oğlu Xerxese ait olduğunu, doğru olarak
değerlendirdi ve II. kitabeyi: "Xerxes, Büyük Kıral, Kırallar kiralı,
Ahamenit kiralı Dareios oğlu Xerxes" şeklinde tercüme etti. Böylece
Bisütun abidesindeki I. kitabenin de eski Pers dilile ve 39 çivi işaretinden
oluşturulduğu bir çivi yazı alfabesiyle yazıldığı anlamış oluyordu. Almanya’da
çivi yazısının çözülmesi hususunda bu çalışmalar yapıldığı sıralarda,
Ingiltere’nin Irak’daki elçilik memurlarından Henry Wilson da Bisütun
kitabelerini eski sanskritçe’nin yardımıyle okumaya çalışıyordu. Eski persçe
metnin çivi yazılı bir alfabe ile yazıldığına ve eski Pers dilinin Awesta
diline akrabalığına o da inanmıştı. Bu suretle 1846 yılında Henry Wilson da eski Persce metni/I. kitabeyi
Grotefend'den ayrıntılarda ayrı, esasta aynı olarak tercüme etti ve çözülen
kitabenin yardımı ile II. kitabeyi de okumaya çalıştı. Elam dilinde yazılmış
olan II. Kitabedeki çivi yazısının hece işaretlerde yazıldığı ve tek dikey çivi
işaretinin şahıs adlarını gösteren bir belirtici olduğu anladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder